Aşkın 500 Günü- 500 days of summer
Marc Webb tarafından yönetilen 2009 yapımı filmin başrollerini İnception filminden tanıdığımız Joseph Gordon-Levitt ve bu film ile ön plana çıkan Zooey Deschanel paylaşmaktadır. Film bir romantik ilişkinin evrelerini doğrusal olmayan bir hikâye ile izleyiciye sunmaktadır.
Aşk için ne çok kelime şiire bürünmüş ne çok hikâye filmde can bulmuştur. Aşk ne yazık ki her zaman o prensesli prensli masallardaki gibi olmaz, bazen görmek istediğimiz ile olan arasındaki fark biraz daha büyük olur. Hayal kırıklığı ile sonlanan hikâyeleri yaşayabileceğimiz gibi bireysel danışmada da bize bu konu ile ilgili danışacaklar olacaktır. Bir aşk ardından toparlanıp yeniden hayata dönmesi uzun zaman alan insanlar vardır elbet. O insanlara ne söylersek söyleyelim, onlar bazı yaşanacak şeyleri yaşamadan eski hallerine dönemeyeceklerdir. İşte bu noktada bibliyoterapide kullanılacak filmler, kitaplar vs etkili olacaktır.
Bu filmin de izleyene bir içgörü kazandıracağını, farkındalığını artıracağını düşünüyorum. Realist bir bakış açısı ile anlatılan filmde böyle kırılmış ilişkilerin iyi yanları kadar kötü yanlarının da olduğunu da ifade etmiştir. Bize anlatılan masalların, anlatılan yaşanmışlıkların ya da yaşadıklarımızın sadece bir pencereden baktığını, ilişkilerin görünmeyen yüzünün de olabileceğini anlatan film bittiğinde de izleyenin peşini bırakmayacaktır.
Film, “Yaşayan ya da ölü insanlara her benzerlik yalnızca tesadüfidir. Özellikle sen, Jenny Beckman… Cadı…” sözüyle başlayan filmin gerçek bir hikayeden alındığı bilinmektedir. Tom ve Summer’ın beş yüz gün süren ilişkilerinden kesitler gösterir. Mimarlık okuyan; fakat tebrik kartı şirketinde yazar olarak çalışan Tom’un, patronun asistanı Summer ile tanışmaları ile hikaye başlar. Summer her fırsatta gerçek aşka inanmadığını ve ciddi bir ilişki istemediğini söyler Tom ise tamamen karşı görüştedir. Gün gün farklılaşan ilişkileri bir gün sonlanacaktır. Summer ve Tom artık farklı yollardan ilerleyeceklerdir. Bu yol Summer için evlilik ile bitecek bir başka ilişkiye çıkarken Tom’u ise hayatını alt-üst edecek bir bunalıma sürükleyecektir. Bu duruma uzaktan bakan bir kişi Tom’un ona değer vermeyen birisi için üzülmemesi gerektiğini, hayatına kaldığı yerden devam etmesi gerektiğini düşünebilir ama Tom’un o saplantının içinden çıkması kolay olmayacaktır. Filmde aşktan nasibini alan herkes kendinden bir şeyler bulacaktır. Ya da saplantıdan. Aşk ile saplantı arasındaki ince çizginin ifade ettiklerinden.
Sonlara doğru buruk bir tat bıraksa da filmin sonunun görülmeye değer olduğunu söyleyebilirim. Her gecenin bir gündüzü olacağı gibi bizi üzecek her şey de elbet bir gün son bulacaktır. Önemli olan ardında pişmanlık bırakmamasıdır. Hayatınızın pişmanlıklardan uzak olması dileklerimle iyi seyirler…