Biraz Cinsiyet!

KÜBRA ÇALI
BİRAZ CİNSİYET!
Dünya üzerinde ister insan olun ister hayvan; bitki bile olsanız ikinci önemli olan şey her zaman cinsiyetinizdir. Çünkü hayatın sizin için ayırdığı sandalye cinsiyetinize göre şekil almıştır. Dişilik ya da erillik aynı anda hem her şey hem de aslında hiçbir şeydir; nasıl mı? Gelin biraz bu konunun üzerinde biraz gezinelim.
       Henüz embriyosun. İnsan olduğun için cinsiyetin hakkında bolca merak olduğu kadar bunu öğrenebilecek teknoloji de var. Hadi, göster doktor amcana, annen ve baban hatta büyük annen, teyzelerin… hepsi sana hediye almak için cinsiyetini bilmek istiyorlar. Çünkü sadece canlıların değil, eşyaların da cinsiyeti var; kızsan mavi, yeşil ve siyah sana yakışmaz, erkeksen de pembe, kırmızı, mor erkekliğe yakışmaz.
      Toplumun cinsiyet üzerindeki beklenti ve taleplerinin üstünde biyolojik meseleler var. Elbette hepsi öncelikle “sağlıklı” olmanı istiyorlar, ama hepsinin gönlünde türlü sebeplere binaen bir cinsiyet var. Biyolojik olarak cinsiyetini baban belirliyor, elbette ona soran olmuyor. Bunun sebebi dişide ver erkekte bulunan cinsiyet kromozomları. Dişi de XX, erkekte XY olmak üzere iki tane cinsiyet kromozomu mevcut. Farkı oluşturan “Y” kromozomu sadece erkekte olduğu için cinsiyet, erkeğin bu iki kromozomdan hangisini belirlediğine kalıyor. Buradan eskiden erkek çocuk doğuramadığı ya da doğurduğu için kadını öven veya yeren zihniyete bir tebessüm yollayıp biyolojik cinsiyet (sex) kıyısından toplumsal cinsiyet (gender) kıyısına doğru açılalım.
        Biyolojik cinsiyetimiz bize boyanın rengini belirleyip boyayı, fırçayı ve tuvali verir; ama resmi toplumsal cinsiyet yapar. Bu cümleden biyolojik ve toplumsal cinsiyet arasındaki ilişki üzerine düşünmek mümkün. Ama özünde bu ilişki bu kadar edebi değil.
      Ataerkil bir toplum olarak cinsiyetimiz kaderimizin dış sınırlarını belirliyor. Hepimiz cinsiyetimizin krallığında özerk birer cumhuriyetiz. Evet hem özerk hem cumhuriyet. Çünkü cinsiyete dair insana öğretilmiş ne varsa kişiye kendi içinde bir özgürlük tanıyor, her şey insan elinden çıkmış olsa da “olması gereken bu” imiş gibi dayatıldığından birey dışarısını merak etmiyor. Neyden mi bahsediyorum? Sadece bir meseleyi cımbızla çekip bahsedeceğim gerisi size kalsın.
     Mesela. Mesela naiflik ve güç. Küçük kızlarımızı prensesler gibi yetiştirirken onları saraya kapatıp savunmasız bıraktığımızı fark etmeyiz hiç. Akşam hava kararınca iyi kızlar evinde olur, fikri direk insanlığa edilmiş bir hakarettir. Buradaki iyi kelimesi bir küfürdür, topluma edilmiş bir küfür. Dışarısı iyi kızlar için “ iyi” değilse, dışarı da kötülük var demektir. Kızlar içeride ise bu kötülük erkeklerdir. O zaman mesele erkekler akşamları dışarıda olmamalı, diye değiştirilmeli, yanıldım mı?
      Küçük oğlanlarımızı prensler gibi yetiştirirken oların nasıl ezildiğini bilmeyiz hiç. Çünkü prens olmak bir yüktür. Böyle bir toplumda erkek olmanın da bir yükü vardır. Prensten ülkesini koruması beklenir, erkekten kadınını koruması beklenir, hesabı ödemesi beklenir, evlilik teklifi etmesi beklenir, para kazanması, silah kullanması, tamirden, spordan, siyasetten, ticaretten anlaması beklenir. Kadından beklenenleri de sayayım mı? Hepimiz görüyoruz laf kalabalığına gerek yok fakat. Fakat. Fakat. Ne zamandan beri kadından dişiliği yüzünden, dişiliğine rağmen, dişi haliyle ölmesi bekleniyor? Kadını zayıf ve korunmasız yapan ataerkil bir toplumdan yine aynı kadını koruması kollaması beklenmez mi? Burada bir saçmalık var. Affedersiniz burada bir aptallık var. Burada öyle bir ayıp var ki, üzerini örtseniz, örtüsünü de örteni de batırır.
       Bakınız, daha “peki, ne yapmalıyız?” kısmına bile gelemeden ne çok kafa yorduk! Belki şunun üzerine düşünebiliriz, psikolojik danışmanlar olarak: erkek ya da kadın olmak bir eylemdir, “eyleyen” değil! Biraz “cinsiyet”!