ÖLÜM ve PSİKOLOJİK ARKA PLANI

ÖLÜM ve PSİKOLOJİK ARKA PLANI

Ölüm gerçeği ve insan üzerindeki etkileri...

 

 

 

 

 

ÖLÜM ve PSİKOLOJİK ARKA PLANI

KABİR SANATI: ÖLÜM ÜZERİNE...

“İki mahkum hücre duvarına tıklayarak birbiriyle haberleşir. Onları ayıran o duvar, aynı zamanda haberleşme vasıtalarıdır da. Her ayrılık, bir bağdır.”     

SimoneWeil

Ölüm tüm tecrübelerin sonu; fakat kendisi bir tecrübe değildir ve dışardan farkına varılarak yorumlanır. Herkesin muhakkak ölüm hakkında düşündüğü, ölümü düşündüğü anlar olmuştur ve herkesin ölüme yüklediği anlam, kendisi gibi biriciktir. Dünyada ne kadar insan varsa ölümle ilgili o kadar düşünce vardır. Birçok düşünür, birçok kültür ölüm üzerine yazılar, şiirler yazmış, perdeler sahnelemiştir.

Yaşama isteği insanın en derin ve güçlü arzusudur. Her insanda “hayatını koruma-sürdürme” ve “sonsuza kadar yaşama” arzusu ölüme karşı gösterilen en iz bırakıcı kaynaktır. Bazı düşünürler yaşadığımız bütün korkuların temelinde sadece ölüm korkusunun olduğunu ifade ederler. Jung’a göre; “Ölüm korkusunun esası yaşama korkusudur. Ölümden en çok korkan insanlar, yaşamaktan en fazla korkanlardır.”  Ölümden korkmanın birkaç nedeni olabilir; ölümden sonra yok olma korkusu, ölümden sonraki bilinmezliğin korkusu, kötü bir ölümden duyulan korku, yaşam faaliyetlerinin değişmesi…

“Ölüm içgüdüsü”nü psikoloji literatüründe ilk kullanan kişi Sigmund Freud’dur.Ölüme karşı şu şekillerde tutum geliştirilmektedir: ölümü inkar etme, ölüme meydan okuma, ölümü isteme, ölümü kabullenme. Genel olarak 2 tür savunma mekanizması kullanılmaktadır:

1.Maskeleme: Bireyin ölümü hatırlamayacak derecede dünya işlerine kaptırması ve onlarla meşgul olması şeklinde ortaya çıkar. Birey, ölümü düşünecek fırsat bulamamaktadır.

2.Bastırma: Birey, ölüm düşüncesini bilincinden çıkararak etkisiz hale getirmeyi amaçlamaktadır. Bastırılmış ölüm korkusunun, bastırılmamış ölüm korkusundan bireyin psikolojik yapısına zararı daha fazladır.

Hayat Devrelerine Göre Ölümün Anlamı:

1) Çocuk ve Ölüm: Çocuk, insanların ölümle hayatlarının sona ereceğini zihninde tasarlayamaz. Çocuk nazarında ölüm; yolculuk, uyku, ceza gibi anlamlar belirtir.

2) Genç ve Ölüm:  Çocukluktan çıkıp gençliğe girmeye başladığında ölüm düşüncesinin sınırları genişlemeye ve bu süreçte yaşama korkusunun uyanmasına sebep olur.

3) Yetişkin ve Ölüm: Yaşla birlikte ölüm, ölüme yaklaşma, varlığını daha fazla hissettirmekte ve bu da derin korkuların yaşanmasına neden olmaktadır.

“Hayat, Yorumlanması Gereken Bir Rüyadır”

 Birey, ölümü nasıl yorumlarsa hayatını o şekilde yaşamaya gayret eder.Ölümün düşünülmesi ve araştırılması manevi değerlerin oluşturulmasında oldukça etkilidir (KüblerRoss, 1997). “Ölüm düşüncesi” kimi için bir stres kaynağı iken, kimi için stresten kurtulma yolu; kimine göre bir yok oluş iken, kimine göre de ölümsüz bir hayatın başlangıcıdır. Bu bakış açısı sonucunda kimi insan, ölüm karşısında çok kaygılanırken; kimi sevinç duyabilmektedir. Geleneksel kültürler ölümü bir son olarak değil; yeni, sonsuz ve gerçek hayatın bir başlangıcı olarak görmüşler. Çağdaş Batı kültürü ise ilahi dinlerin bildirdikleri ölüm ötesi hayatla ilgili inançlara karşı bir şüphe geliştirmiştir. Ölümü; kaçınılmaz bir şekilde insanoğlunun karşılaşacağı bir durum, son ve varoluşun yok oluşu olarak görmektedirler.

Anne karnındaki bir bebek, doğuma kadar burnunu işlevsel kullanmaz, doğduktan sonra yani sizin bu satırları okuduğunuz- şu an var olduğunuz dünya için kullanır. Anne karnında kullanmadığı burnu bu dünyadaki nefesi olur. Bu dünya da bir rüyaysa ya da anne karnıysa, öldükten(tekrar doğduktan) sonra burada yaşadıklarımızla-kendi irademizle yaptıklarımızla nefes almak kadar değerli bir yansıma bulabilir miyiz? Düşünelim...

Ölüm ve Geride Kalanların Sosyal Destek Yası

“Bazen daha fazladır her şey. Bir eşikten atlar insan… Ama fazla da üzülme, hayat bitiyor bir gün, ayrılıktan kaçılmıyor. Hem çok zor hem de çok kısa bir macera ömür, ömür imtihanla geçiyor…”diye seslendiriyor “Gidemem” şarkısında Sezen AKSU.  Hayat bir gün bitiyor ve mecburi ayrılıklar yaşanıyor. Bu ayrılıklarda kalanlar ve gidenler başka dizelerde yazılıyor. Kalanlar özlem, pişmanlık, kızgınlıkla dörtlükler yazıyor hayatına.

Yas sürecinde şokun, inkârın, kızgınlık, suçluluğun, adalet aramanın, depresyonun, yalnızlığın yanında “sosyal destek arama” da görülür. “Şimdi ben O’nsuz ne yaparım?”,“O olmadan nasıl yaşarım?” sorularıyla yasın tutulması, sosyal desteği vurgulamaktadır. Sosyal destek kayıp mı olmuştur, yer mi değiştirmiştir, yorumu size kalmıştır. Ama geride kalanlar, faaliyette eksik kalmışlardır. Sosyal destek ayrılığı nasıl bağa dönüştürülebilir? Kabir başında konuşmak, kabir temizlemek, çiçeklerle donatmak, kabirdekilerin hatırı için bir şeyler yapmak onlarla olan bağımızın kopmayacağını düşündürür. Topraktan gelip, toprağa dönüşmek, mekân değiştirmektir. Mekân içinde yaşanan kaçınılmaz ayrılıklar elbet üzer insanı. Ayrılıklar ebedi midir? Ayrılıklar son mudur? Varış ve buluşma var mıdır?...

Mezar Taşınızda Ne Yazsın?

Topraktan gelip toprağa dönen insan! Mezar taşında ne yazsın istersin? Ortalama 60-70 yıla sığdırdığın nefes sayısını neye bedel olarak alıp verdin? Hayattaki değerleri belirlemek ve ona göre yaşamak uzun bir şiir olur, mezar taşına yazılan mahlasta bu şiirinizin başlığı konur. Mezar taşınızda istediğiniz yazıya göre hedefler, değerler oluşturup yaşarsınız.

Her şey denge üzerine kurulmuştur. Yaşamın dengesi de ölümü hatırlamaktır. Ölümü hatırlamak, uyarıcıdır, diri tutar. Ölümle birlikte yaşam, daha da anlamlı hale gelir. Sonsözünüzün güzel iz bırakması için şimdiki sözünüzün güzel olması farkındalığıyla…

Sema KÜSMENOĞLU
Psikolojik Danışman ve Rehber
Dergi P.Dr Ar-Ge ve Eğitim Projeleri Birimi Başkanı

Yararlanılan Kaynak:
KOÇ, Mustafa. Ölüm Psikolojisi I

Bu haber toplam 11321 defa okunmuştur

HABERE YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.